Jane Eyre – Bölüm 17 (Sadece İki Sayfa)

Dünya Klasikleri - Türkçe Jane Eyre

“Sanırım iyi maaş alıyordur?”
“Evet,” dedi Leah. “Keşke benimkiler de onunki kadar iyi olsaydı. Gerçi benimkilerden de şikâyetçi değilim — Thornfield’da cimrilik edilmez; ama onun aldığı paranın beşte biri bile değil benimkiler. Üstelik birikim de yapıyor: her üç ayda bir Millcote’taki bankaya gider. İsterse kendi başının çaresine bakacak kadar para biriktirmiştir bile. Ama sanırım buraya alıştı artık; hem daha kırkına bile gelmedi, güçlü kuvvetli biri… Her işi yapacak gücü var. İş hayatını bırakması için daha çok erken.”

“İşinin ehli biridir herhalde,” dedi temizlikçi kadın.

“Ah, ne yapması gerektiğini çok iyi bilir — ondan iyisi yoktur,” diye karşılık verdi Leah, anlamlı bir ses tonuyla. “Onun yerini doldurmak öyle kolay değildir — aldığı tüm o paralara rağmen.”

“Kesinlikle öyledir!” diye onayladı diğeri. “Merak ediyorum da efendi acaba—”

Kadın konuşmasına devam edecekti ki, Leah birden dönüp beni fark etti. Hemen dirseğiyle yanındaki kadını dürttü.

“Bilmiyor mu?” diye fısıldadığını duydum.

Leah başını iki yana salladı, ve tabii ki konuşma orada son buldu. Bütün bu konuşmadan çıkardığım sonuç şuydu: Thornfield’da bir gizem vardı — ve ben, kasıtlı olarak bu gizemin dışında bırakılıyordum.

Perşembe günü geldi çattı: Tüm hazırlıklar bir önceki akşam tamamlanmıştı; halılar serilmiş, yatak perdeleri zarifçe toplanmış, bembeyaz örtüler serilmiş, tuvalet masaları düzenlenmiş, mobilyalar cilalanmış, vazolara çiçekler yerleştirilmişti. Hem odalar hem de salonlar, insan elinin yapabileceği kadar temiz ve taze görünüyordu. Giriş holü bile ovulmuştu; büyük oyma saat, merdivenlerin basamakları ve trabzanları cam gibi parlıyordu. Yemek odasında büfe, gümüş takımların ışıltısıyla göz alıyordu; oturma odası ve buduar ise dört bir yanda açmış egzotik çiçeklerle bezenmişti.

Öğleden sonra geldi çattı: Bayan Fairfax en iyi siyah saten elbisesini, eldivenlerini ve altın saatini taktı; çünkü konukları karşılamak, hanımları odalarına götürmek gibi görevler ona düşüyordu. Adèle de giydirilecekti elbette; gerçi o gün misafirlerle tanışma ihtimali pek yoktu. Yine de onu sevindirmek adına Sophie’ye, kısa ve kabarık tül elbiselerinden birini giydirmesine izin verdim. Bana gelince, herhangi bir hazırlık yapmam gerekmiyordu; okul odasındaki köşemden ayrılmam istenmeyecekti; ki artık orası benim için bir sığınak olmuştu — “dert zamanlarında hoş bir inziva köşesi.”

O gün hava ılıman ve sakindi — Mart sonu ya da Nisan başında, yaza habercilik eden o parlak günlerden biriydi. Gün yavaş yavaş sona ermekteydi; akşam saatleri bile hâlâ sıcaktı ve ben pencere açık halde okul odasında çalışıyordum.

“Geç oluyor,” dedi Bayan Fairfax, ipek elbisesi hışırdayarak içeri girerken.
“İyi ki yemeği Bay Rochester’ın söylediği saatten bir saat sonrasına aldırdım; saat altıyı geçti bile. John’u kapılara yolladım, yolda bir şey var mı diye baksın diye: Millcote yönünde oldukça uzağı görebiliyor insan.” Pencereye yöneldi. “İşte geliyor!” dedi. “Ee John,” (pencereden eğilerek) “bir haber var mı?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir