“Belki siz de böylesinizdir,” diye geçirdim içimden. O anda göz göze geldik. Düşüncem yüzüme yansımış olmalı ki, sanki sesli söylemişim gibi yanıt verdi:
“Evet, evet, haklısınız,” dedi. “Bende de pek çok kusur var; bunu inkâr etmiyorum, saklamaya da niyetim yok, inanın bana. Tanrı şahidimdir ki, başkalarını fazla yargılamamam gerektiğini iyi bilirim. Zira kendi iç dünyamda, kendi geçmişimde öyle bir tablo var ki… O tabloya bakarken, başkaları hakkında alaycı laflar etmek ya da sert yargılarda bulunmak değil, ancak kendi kendimi sorgulamak düşer bana. Yirmi bir yaşında, ya kendi hatamla ya da, ki çoğu insan gibi ben de yarım günahımı kötü talihime ve talihsiz koşullara yüklemeye bayılırım, yanlış bir yola sürüklendim. O günden beri de doğru yolu bulamadım. Ama bambaşka biri olabilirdim; sizin gibi iyi biri, hatta sizden daha bilge, neredeyse sizin kadar lekesiz biri… Sizi, o huzur dolu ruh haliniz, o tertemiz vicdanınız ve lekesiz hafızanız için kıskanıyorum. Küçük hanım, leke taşımayan, kirlenmemiş bir hafıza, ne büyük bir hazine olmalı! Bitmek bilmeyen bir arınma kaynağı… Öyle değil mi?”
“Sizin hafızanız nasıldı on sekiz yaşınızda, efendim?”
“O zamanlar gayet iyiydi; berrak, ferah bir su gibiydi. Henüz içine pislik akmamıştı, bulanık bir bataklığa dönüşmemişti. O yaşta sizinle eşittim—evet, tam olarak eşittik. Doğa beni, genel hatlarıyla, iyi bir insan olarak yaratmıştı, Bayan Eyre; o iyilerden biri olmam gerekiyordu, ama işte görüyorsunuz, olmadım. Siz bunu kabul etmezsiniz belki; ya da ben öyle umut ediyorum ki gözlerinizden okuduğum kadarıyla böyle düşündüğünüzü sanıyorum. (Ama dikkat edin, gözlerinizden okuduklarıma karşı tetikte olun; o dili anlamakta pek ustayım.) Yine de, bana güvenin: Ben bir kötü adam değilim. Bana öyle bir karanlık ün yakıştırmayın sakın; fakat inanıyorum ki, doğamdan çok, karşıma çıkan koşullar yüzünden, sıradan bir günahkâr oldum ben. Hayatını, zenginlerin ve boş insanların tutunduğu o basit, sığ zevklerle oyalayan, yorgun, basmakalıp bir günahkâr… Şimdi bunu size neden bu kadar açıkça itiraf ettiğime şaşıyor musunuz? Şunu bilin ki, ileride siz de, istemeseniz bile, çevrenizdeki insanların sırlarını dinleyen bir itiraf dinleyicisine dönüşeceksiniz. İnsanlar bunu sezgileriyle fark edecek; benim de şu anda fark ettiğim gibi. Sizin, kendinizden pek bahsetmediğinizi ama başkaları konuşurken dikkatle dinlediğinizi anlayacaklar. Üstelik, bunu öyle kötü niyetle, küçümseyerek değil; doğal bir şefkatle, zarif bir anlayışla yaptığınızı hissedecekler. Belki siz bunu belli etmemeye çalışırsınız ama yine de, varlığı insanı rahatlatan, cesaret veren bir yanı olacak bu tavrınızın.”
“Peki bunu nasıl biliyorsunuz? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz, efendim?”
“İyi biliyorum; o yüzden de neredeyse bir günlüğe yazar gibi rahatça anlatıyorum size. Şimdi siz, ‘İnsan şartlara teslim olmamalıydı,’ dersiniz, değil mi? Haklısınız, öyle olmalıydım… Öyle olmalıydım. Ama işte, olamadım. Talih bana sırtını döndüğünde, aklımı başımda tutacak bilgece bir soğukkanlılık gösteremedim. Aksine, umutsuzluğa kapıldım; sonra da günbegün daha da yozlaştım. Şimdi herhangi ahlaksız bir budala, o sıradan, bayağı laubali halleriyle midemi bulandırdığında, içimden kendimi ondan üstün görecek cesareti bulamıyorum. Çünkü aslında onunla aynı seviyede olduğumu kabullenmek zorunda kalıyorum. Keşke sağlam durabilseydim… Tanrı şahidimdir, keşke durabilseydim! Unutmayın Bayan Eyre, ne zaman yanlışa düşmeye meyletseniz, vicdan azabının ne denli zehirli bir şey olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Vicdan azabı, hayatın en acı ilacıdır.”