Jane Eyre – Bölüm 15 (Sadece İki Sayfa)

Dünya Klasikleri - Türkçe Jane Eyre

“Hiç kıskandınız mı Bayan Eyre? Sanmıyorum. Aslında bunu sormama bile gerek yok; çünkü hiç âşık olmadınız. Bu iki duyguyu da daha yaşamadınız. Ruhunuz hâlâ uykuda. Onu uyandıracak o sarsıcı an daha gelmedi. Siz sanıyorsunuz ki hayat, bugüne dek gençliğinizin aktığı gibi sakin ve huzurlu bir şekilde akıp gider. Gözlerinizi kapamış, kulaklarınızı tıkamışsınız; akıntıya kapılmış gidiyorsunuz. Ama biraz ileride, suyun dibinde pusuya yatmış kayaları ne görüyorsunuz, ne de etraflarında köpüren dalgaların sesini duyuyorsunuz. Ama ben size söylüyorum—ve iyi dinleyin bu söylediklerimi—günün birinde öyle bir yere geleceksiniz ki, hayatın tüm akışı bir anda karmakarışık olacak: girdaplar, köpükler, gürültüler… Ya o kayalara çarpıp paramparça olacaksınız, ya da güçlü bir dalga sizi yukarı kaldırıp daha sakin bir sulara taşıyacak—tıpkı şu anda beni taşıdığı gibi.”

“Bugünü seviyorum. Gökyüzünün o sert çelik rengini seviyorum. Dünyanın bu donmuş sessizliğini seviyorum. Thornfield’i seviyorum. Eskiliğini, sakinliğini, yaşlı karga ağaçlarını, dikenli çalılarını, gri cephesini, koyu pencerelerinin o metalimsi gökyüzünü yansıtmasını seviyorum. Oysa bir zamanlar, düşüncesine bile dayanamıyor, buradan vebalı bir ev gibi kaçıyordum. Şimdi bile hâlâ… nasıl da nefret ediyorum…”

(Dişlerini sıktı, sustu. Yürümeyi kesti, çizmelerini sert toprağa vurdu. Belli ki içinden çıkamadığı, yakasını bırakmayan bir düşünce vardı; öyle ki, adım atacak hali kalmamıştı.)

Biz bu sırada malikaneye çıkan yolda yürüyorduk. Salonun taş yapısı gözümüzün önündeydi artık. Gözlerini kaldırıp binanın burçlarına baktığında, ondan önce ya da sonra hiç görmediğim bir bakış attı oraya. Acı, utanç, öfke, sabırsızlık, tiksinti, nefret… hepsi birden gözbebeğinde titreyerek savaş halindeydi. İçinde hangisi üstün gelecek belli değildi; ama sonra başka bir duygu ağır bastı—sert, alaycı, kararlı bir his. O duygu tüm öfkesini bastırdı, yüzünü buz gibi kaskatı hale getirdi. Sonra yürümeye devam etti.

“Az önce sustuğum o anda, Bayan Eyre, kaderimle pazarlık yapıyordum. Şuradaydı, o kayın ağacının dibinde. Macbeth’in çayırda karşılaştığı korkunç kadınlar gibi bir kılıktaydı. ‘Thornfield’i seviyor musun?’ dedi, parmağını kaldırarak. Sonra da havaya bir şeyler yazdı, evin pencereleri arasında süzülen uğursuz bir yazıydı bu: ‘Sevebiliyorsan sev! Cesaretin varsa sev!’”

**‘Seveceğim,’ dedim ona. ‘Sevmeye cesaretim var.’”
(sonra daha karanlık bir tonla ekledi:)
“Ve sözümde duracağım. Mutluluğun ve iyiliğin önündeki engelleri yıkacağım. Evet, iyilik! Eskisinden daha iyi bir insan olmak istiyorum, şu anki hâlimden bile daha iyi. Eyüp’ün leviathan’ı nasıl mızrağı, oku, zırhı parçaladıysa, başkalarının demir gibi gördüğü engelleri ben kuru birer çöp gibi göreceğim.”

(Adele o sırada elinde badminton topuyla önlerinden koşarak geçti.)

“Uzak dur!” diye sertçe çıkıştı. “Yaklaşma çocuk! Ya da git Sophie’nin yanına!”
(Sonra yeniden sessizce yürümeye başladı. Ben de onun yarım bıraktığı konuya geri dönmesi için cesaretimi toplayıp sordum:)

“Mösyö Varens içeri girdiğinde, balkonu terk ettiniz mi efendim?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir