Dinlenmenin Başlangıcı
Bay Madeleine, Fantine’i kendi evindeki revirine taşıttı. Onu şefkatle rahibelere emanet etti; Fantine, temiz bir yatağa yatırıldı. Ancak o gece Fantine’i bir huzursuzluk sarmıştı. Yüksek bir ateşle kıvranıyor, sayıklıyor, arada bir yüksek sesle konuşuyordu. Neyse ki sabaha doğru bu telaş yerini derin bir uykuya bıraktı.
Ertesi gün, öğle vakitleri yaklaşırken Fantine gözlerini araladı. Odanın sessizliğinde, hemen yanında duyduğu hafif nefes alışverişi dikkatini çekti. Perdeleri araladı ve Bay Madeleine’i gördü. O, başucunda sessizce durmuş, başını hafifçe yukarı kaldırmış, duvara bakıyordu. Gözlerinde merhamet ve hüzünle karışık bir dua vardı; adeta sessizce yalvarıyordu.
Fantine, onun bakışlarını takip etti ve neye baktığını fark etti: duvara çakılı bir haç. O anda, Bay Madeleine’in Fantine’in gözündeki yeri değişti. O artık sıradan bir adam değildi; kutsal bir ışıkla çevrelenmiş gibiydi. Madeleine, tüm varlığıyla bir dua halindeydi, ruhuyla Tanrı’ya yaklaşıyordu.
Fantine, bu sahneyi uzun bir süre rahatsız etmeye cesaret edemeden izledi. Sonunda, çekingen bir sesle sordu:
– Ne yapıyorsunuz?
Bay Madeleine, aslında Fantine’in uyanmasını bir saattir bekliyordu. Sesi duyunca, düşüncelerinden sıyrıldı. Elini nazikçe tuttu, nabzını kontrol etti ve bir tebessümle cevap verdi:
– Nasılsınız?
– İyiyim, dedi Fantine hafif bir gülümsemeyle. Uyumak iyi geldi sanırım. Artık daha iyiyim. Önemli bir şey değil…
Madeleine, onun ilk sorusunu yanıtlamayı ihmal etmedi. Sanki soruyu ancak o anda duymuş gibi nazikçe yanıtladı:
– Azizin huzuruna dua ediyordum.
Bu sahne, iki yorgun ruhun bir araya gelip birbirlerine umut verdiği bir andı; biri sessiz bir şefkatle dua ediyor, diğeri bu şefkatin sıcaklığında iyileşiyordu.
Ve içinden ekledi: “Buradaki azize için.”
Bay Madeleine, gece boyunca ve sabahın erken saatlerinde Fantine’in hikâyesinin her bir ayrıntısını öğrenmek için çabalamıştı. Şimdi her şeyi biliyordu. Tüm o acı dolu geçmişi, karanlık detaylarıyla öğrenmişti. Yine de sesi yumuşaktı, içinde derin bir şefkat taşıyordu:
– Çok acı çekmişsiniz, zavallı anne. Ama sakın şikâyet etmeyin. Artık seçilmişlerin mirasına sahipsiniz. İnsanlar böyle melekler yaratır. Bu onların suçu değil, başka bir yol bilmiyorlar. Görüyorsunuz, o cehennemden çıkmak, cennetin kapısına ulaşmanın ilk adımıdır. Oradan başlamak gerekiyordu.
Bu sözleri söylerken derin bir iç çekti. Fantine, dudaklarından eksik olan iki dişe rağmen yüzünü aydınlatan o yüce gülümsemeyle Madeleine’e baktı. Kırılmış, ama hâlâ ışıldayan bir ruhun gülümseyişiydi bu.
O gece, Javert bir mektup yazmakla meşguldü. Sabah olduğunda mektubu Montreuil-sur-mer postanesine kendi elleriyle teslim etti. Mektup Paris’e gönderilmek üzere yola çıktı ve üzerinde şu adres yazılıydı: “Bay Chabouillet’ye, Polis Şefi’nin sekreterine.” Karakolda yaşanan olayların duyulmasıyla, postane müdürü ve birkaç kişi mektubu görüp adresin Javert’in el yazısıyla yazıldığını fark ettiler. Bunun onun istifa dilekçesi olduğunu düşündüler.
Bu sırada, Bay Madeleine hızla bir mektup daha yazmıştı. Mektup, Thénardier’lere gönderilecekti. Fantine’in onlara 120 frank borcu vardı, ama Madeleine bu borcun çok ötesine geçerek 300 frank gönderdi. Mektubunda net bir şekilde ifade etti: alacaklarını tahsil etmelerini ve hemen Cosette’i Montreuil-sur-mer’e getirmelerini istiyordu. Çocuğun annesi hastaydı ve onu görmek için can atıyordu.
Thénardier, bu mektup ve içindeki parayı görünce gözleri parladı:
– Şeytan alası! dedi karısına. Çocuğu bırakmayalım. Bu zavallı kadın bize adeta altın yumurtlayan bir tavuk olacak. Anlaşılan, bir salak anasına âşık olmuş!
Bunun ardından Thénardier, Madeleine’in gönderdiği 300 frankın yetmeyeceğini ima eden bir fatura hazırladı. 500 frankı aşkın bir toplamı vardı bu detaylı listenin. Faturada iki büyük borç özellikle dikkat çekiyordu: biri bir doktora, diğeri bir eczacıya aitti. Sözde bu masraflar, Éponine ve Azelma’nın uzun süren hastalıkları sırasında yapılmıştı. Ancak herkes Cosette’in hasta olmadığını biliyordu. Thénardier, bu küçük “isim değişiklikleriyle” gerçeği ustalıkla çarpıtmıştı. Faturanın altına ise şu notu ekledi: “Hesaba karşılık alınan 300 frank.”
Thénardier’nin planları aldatmacayla doluydu, ama bu durum Cosette’in hayatına dokunacak iyiliği gölgeleyemiyordu. Madeleine, acının pençesindeki bir anne için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıydı.
Bay Madeleine, durumu daha da geciktirmemek adına hemen 300 frank daha gönderdi ve mektubunda şu kesin talimatı verdi:
“Cosette’i bir an önce getirin.”
Thénardier parayı alınca hırsla gülümsedi:
– Aman Tanrım! dedi karısına. Çocuğu yine de bırakmayalım.
Bu sırada Fantine’in sağlık durumu iyileşmek bir yana, kötüleşmeye devam ediyordu. Hâlâ revirde, rahibelerin bakımına muhtaç haldeydi.
Başlangıçta, rahibeler Fantine’i büyük bir tiksintiyle kabul etmişti. Onlar için bu “düşmüş kadın,” yalnızca rahmet ve sabırla tahammül edilecek bir yükten ibaretti. Reims Katedrali’ndeki o ünlü kabartmaları hatırlayanlar, akıllı bakirelerin, akılsız bakirelere küçümsemeyle bakan dudaklarını gözlerinin önüne getirebilirler. Tıpkı Roma döneminin kutsal vestallerinin, ambubaialara (dansçı ve şarkıcı kadınlara) duyduğu o eski hor görme hissi gibi, bu rahibelerin Fantine’e bakışları da kadın onurunun en derin içgüdülerinden besleniyordu. Üstelik bu duygular, dinin verdiği katı kuralların etkisiyle daha da keskinleşmişti.
Ama zamanla Fantine, rahibelerin kalplerindeki bu sertliği yumuşatmayı başardı. Onun alçakgönüllü ve içten sözleri, derin annelik hislerini açıkça dile getirişi, rahibelerin tavırlarını değiştirdi. Bir gün, ateşler içinde kıvranırken Fantine’in şu sözleri fısıldadığını duydular:
– Günahkârdım, ama çocuğum yanımda olursa bu, Tanrı’nın beni affettiği anlamına gelir. Kötü yoldayken Cosette’i yanımda istemezdim; onun şaşkın ve üzgün gözlerine bakmaya dayanamazdım. Ama her şeyi onun için yaptım, işte bu yüzden Tanrı beni affedecek. Cosette burada olunca, Tanrı’nın kutsamasını hissedeceğim. Ona bakacağım, o masum varlığı görmek bana iyi gelecek. O hiçbir şey bilmiyor. O bir melek, biliyor musunuz, rahibelerim? Bu yaşta kanatlar henüz düşmemiş oluyor.
Bu sözler, rahibelerin Fantine’e olan bakışını kökten değiştirdi. Şimdi onu bir günahkâr değil, bir azize gibi görüyorlardı.
Bay Madeleine, Fantine’i her gün iki kez ziyaret ediyordu. Her gelişinde Fantine, aynı soruyu soruyordu:
– Cosette’imi yakında görebilecek miyim?
Bay Madeleine, sakin ama umut dolu bir sesle yanıtlıyordu:
– Belki yarın sabah. Her an gelebilir, onu bekliyorum.
Bu sözler Fantine’in solgun yüzüne ışık getiriyor, onu birkaç dakikalığına bile olsa huzura kavuşturuyordu:
– Ah! diyordu Fantine, ne kadar mutlu olacağım!
Ne yazık ki, Fantine’in durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. Omuzlarına çıplak tenine kadar dokunan o avuç dolusu kar, terlemeyi kesmiş ve bedenindeki gizli hastalığın aniden şiddetlenmesine neden olmuştu. Yıllardır sinsice ilerleyen hastalık, şimdi bütün gücüyle Fantine’i esir almıştı.
Bay Madeleine, derin bir kararlılık ve endişe içinde doktorla konuşmaya devam etti. O dönemde, göğüs hastalıklarının teşhisinde Laënnec’in yeni geliştirdiği yöntemler tıp dünyasında çığır açmaya başlamıştı. Doktor, Fantine’in durumunu dikkatlice inceledi, stetoskopuyla onu dinledi ve ardından düşünceli bir sessizlik içinde başını üzüntüyle salladı.
Bay Madeleine endişeyle sordu:
– Peki, doktor, ne diyorsunuz?
Doktor, sesine yansıyan bir ciddiyetle cevap verdi:
– Görmek istediği bir çocuğu var mı?
– Evet, var, diye yanıtladı Madeleine.
Doktor, kaçınılmaz gerçeği saklamaya çalışmadan, ama bir umut ışığı sunar gibi devam etti:
– Öyleyse çocuğun hemen getirilmesini sağlayın. Bu, belki ona biraz huzur verebilir.
Bay Madeleine, doktorun bu sözlerini duyunca yüreğinde büyük bir acı hissetti. Fantine’in bu dünyada tutunduğu tek dal, küçük kızı Cosette’ti. Onun gelişi, Fantine’in tek umuduydu.
Fantine, doktorun konuşmasını endişeyle izliyordu. Gözlerini Madeleine’e dikerek sordu:
– Doktor ne dedi?
Bay Madeleine, yüzünde sakinleştirici bir gülümsemeyle Fantine’in elini tuttu:
– Çocuğunuzu hemen buraya getirtmemiz gerektiğini söyledi, dedi. Bunun sizi iyileştireceğini düşünüyor.
Bu sözler, Fantine’in yüzünde parlak bir mutluluk ışığına dönüştü. Heyecanla ve coşkuyla karşılık verdi:
– Ah, haklı! Thénardier’ler neden hâlâ benim Cosette’imi tutuyor? O gelecek… Bunu hissediyorum! Nihayet mutluluğu yanı başımda bulacağım!
Ama Thénardier’ler, Cosette’i göndermemekte direniyordu. Bay Madeleine’in gönderdiği tüm paraya ve yazdığı mektuplara rağmen, türlü bahaneler üretiyorlardı. Bir gün Cosette’in yola çıkmak için biraz hasta olduğunu söylüyor, başka bir gün ödenmesi gereken köy borçlarından bahsediyorlardı. Sürekli yeni engeller yaratıyor, durumu uzatıyorlardı.
Bay Madeleine, sonunda sabrını yitirdi. Yumuşak ama kararlı bir sesle konuştu:
– Artık yeter! Cosette’i getirmesi için birini göndereceğim. Gerekirse bizzat kendim gidip alırım.
Bu sözler, Fantine’in gözlerinde bir anlık huzur ve güvenle yankılandı. Madeleine’in verdiği bu söz, onun için hayata tutunmanın yeni bir sebebiydi.
Fantine’nin isteği üzerine, Bay Madeleine onun ağzından şu mektubu yazdı ve imzalattı:
Mektup
Mösyö Thénardier,
Cosette’i, gönderdiğim kişiye teslim ediniz.
Tüm masraflarınız eksiksiz ödenecektir.
Saygılarımla,
Kaderin Kara Damarı
Tam bu sırada, hayatın akışını değiştiren ciddi bir olay patlak verdi. İnsan ne kadar özenle ve titizlikle yaşam denen o esrarengiz bloğu yontarsa yontsun, kaderin karanlık bir damarı mutlaka bir yerden ortaya çıkar. Bu damar, bazen bir felaket, bazen bir sürpriz, bazen de kaçınılmaz bir son olarak belirir; ama her zaman hayatın gizemli ve acımasız yüzünü hatırlatır.